Ekonomi Notları – 107
Ömer Madra: Karanlık bir dünyanın tam ortalık yerinden bugün biraz AB ile ilgili konuşalım. Bağımsız Türkiye Komisyonu Raporu açıklandı, dünyanın ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde de sunulacak. Onun ekonomi bölümünü ağırlıklı olarak bir gözden geçirmesini yapalım istersen?
Hasan Ersel: Bu komisyon eski Finlandiya Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari başkanlığında idi, geldiler Türkiye’de temaslar yaptılar. Derli toplu, güzel de bir rapor yazmışlar. Raporun iktisadi bölümünü kısaca özetleyeyim; diyor ki “Türkiye’nin uzun bir makro istikrarsızlık geçmişi var. Bu 2001 yılındaki krizle bu noktalandı. Bu krizin nedenleri, kırılgan bankacılık sistemi ve zayıf kamu finansman yönetimiydi. Sonra IMF’nin de desteği ile bir program uygulandı ve ekonomi çabuk toparlandı. Ama daha çok yapılması gereken şeyler var.” Bence bu son vurgulanan nokta önemli.
ÖM: Birçok yetersizlik ve dengesizlik var, bunların giderilmesi lazım.
HE: Bunları kabaca 7 başlık altında topladım.
i) Gerek kamu kesimi borcu, (GSYIH % 87.4) gerekse kamu açığı(GSYIH % 8.8 ) Maastrich ölçütlerine ve AB ortalamasına göre (sırasıyla % 63.1 –görüldüğü üzere Avrupa ortalaması Maastrich sınırı olan % 60’ın üzerinde- ve % 2.7) göre çok yüksektir.
ii) Adam başına gelir, satın alma gücü paritesiyle ölçüldüğünde bile, AB ortalamasına oranla çok düşüktür. (Türkiye € 6256, AB-25 € 22278)
ÖM: 6256 Euro, daha önce 3000 Dolar civarında seyrettiği söyleniyordu?
HE: Milli gelir hesabını biz TL olarak yapıyoruz. Sonra cari döviz kurundan çevirip Dolar cinsinden ne ettiğini buluyoruz. O zaman adam başına 3000 ABD Doları rakamına ulaşıyoruz. Bir de şöyle hesap yapılıyor; 1 kilo salatalığı Türkiye’de aldığınız fiyat ile ABD’de aldığınız fiyat aynı değil. Türkiye’de 3000 Dolar harcadığınızda ABD’de çok daha fazla para harcayarak elde edebileceğiniz mal ve hizmetleri alabiliyorsunuz. O zaman da gelir rakamları, satın alım gücünü göstermemiş oluyor. İşte bu farklılığı gidermek için düzeltme yapıldığında “satın alma gücü paritesine göre gelir” kavramına ulaşılmış oluyor.
İşte böyle bakıldığında Türkiye’deki fiyat düzeyi Avrupa’daki fiyat düzeyinin aşağı yukarı yarısı olduğu görülüyor. Düzeltme yapılınca da Türkiye’de adam başına gelir yükseliyor. Benzer çalışma Dünya Bankası tarafından da yapılıyor. Onlar da 7-8 bin dolar gibi bir rakama ulaşıyorlar. Ama yine de adam başına gelir Avrupa’da 22 bin € olduğuna göre arada büyük fark var.
Rapor devam ediyor:
iii) Bölgeler arası gelir dağılımı çok bozuktur. Marmara bölgesinde adam başına gelir Türkiye ortalamasının % 153’ü iken, Doğu Anadolu’da % 28’dir. (Yaklaşık 5.5 katı)
iv) Toplam işgücünün tarımda istihdam edilen kısmı (% 32.8) AB ortalamasından (AB-25 için % 5.2) çok yüksektir
ÖM: Bu da çok önemli bir dördüncü nokta değil mi?
HE: Evet, doğru.
Rapor beşinci noktada herkesin şikâyet ettiği konuya değiniyor.
v) Reel faizler çok yüksektir
vi) İşsizlik oranı yüksektir (% 10.8) ancak AB ortalamasından (AB-25 için % 9) pek farklı değildir.
vii) Yabancı sermaye girişi çok azdır. 2002 yılı için Türkiye’ye adam başına 267 € tutarında yabancı sermaye girmişken bu AB 25 ülkeleri için 6089 €’ dur.
Rapor yabancı sermaye girmeyişinin nedenlerini makro iktisadi oynaklık, siyasal belirsizlik ve olumsuz kurumsal ortam (yani bürokratik etkinlikteki zafiyet ve yolsuzluk) olarak sayıyor ve altını çiziyor.
Bu yedi maddeyi okuyunca, raporun söylediği “biz sizi çok severiz ama bu halinizle bu iş olmaz” demek geliyor insana...
ÖM: Ama öyle demiyor.
HE: Evet. Rapor diyor ki “Biz Bulgaristan, Slovenya, Polonya ve Romanya ile görüşmelere başladığımız zaman o ülkelerin durumu ne idi? Onlarla karşılaştıralım.” Güzel de bir tablo vermiş, tabloda bazı konularda Türkiye’nin durumu daha kötü çıkıyor (örneğin kamu açıkları, kamu borcu) Bazıları da Slovenya’dan kötü çıkıyor, ötekilerden iyi çıkıyor. Ama sonuçta “Türkiye bizim öyle alışık olmadığımız, garip bir ülke değil, beş aşağı beş yukarı onlar ile benzer başlangıç noktasında olan bir ülke” diyor. Çok boyutlu bir değerlendirme yaparsanız, söz konusu ülkeler gibi bir ülke. O yüzden de salt iktisadi durumuna bakarak “canım burası adam olmaz” denemez sonucuna varıyor. Bu bence önemli bir nokta.
Rapor Türkiye’ye ilişkin olarak bazı olumlu noktaları da sayıyor. Örneğin, “bu ülke, ihracatının %52’sini AB’ye yapıyor, ithalatının %46’sını da AB’den yapıyor, yani AB kuralları ile iş yapmaya görece alışık. Bu da olumlu bir şey” diyor. Öte yandan Türkiye’nin AB’ye olumsuz bir etki yapıp yapamayacağına bakıyor. Türkiye’nin milli gelirinin AB’nin gelirinin sadece %2’si olması nedeniyle bunun olamayacağını belirtiyor. Buna karşılık “AB’ne katılmak bu ekonomiye çok olumlu yararlar sağlar” diyor.
ÖM: Bağımsız Türkiye Komisyonu Raporu’nun yalnız iktisadi değil, diğer bölümlerine de, bütün bölümlerine hakim olan yaklaşım açılarından biri, belki de en önemlilerinden biri, bu birleşmenin, müzakere meselelerinin, sadece Türkiye açısından değil Avrupa için de ne kadar yarar ve zarar getireceği hesabının yapılması. Bu bana oldukça iyi bir yaklaşım gibi geliyor.
HE: Aslında şunu düşünmemiz gerek. Avrupa’nın tek sorunu Türkiye değil. Avrupa’nın Türkiye ile ilgili alacağı kararlar diğer sorunlar üzerinde bazen hiç, bazen de önemlice etki yaratıyor. O yüzden de Avrupalıları dünyada başka işleri yokmuş, sadece bizi düşünüyorlarmış gibi algılarsak doğru olmaz. Kendi iç dengeleri var, anayasa tartışmaları vs. var. Bütün bunların içerisinde Türkiye’yi bir yere oturtacaklar. Olay tümüyle iktisadi de değil. Ben iktisatçı olduğum için o tarafa çekiyorum ama bir çok siyasi olay var, güvenlik olayı var, bütün bunları bir arada düşünmek gerekiyor. Bu çerçeve içinde Türkiye AB içinde olursa ne olur, dışında olursa ne olur biçiminde değerlendirme yapmak gerekir.
ÖM: Raporda bir çeşit müktesebat yapmışlar ki bu ilginç.
HE: Evet.
ÖM: Bu ekonomi bölümünün değerlendirmesine dönersek, nasıl bir sonuca bağlayacağız?
HE: Onu dikkatle yorumlamak gerektiğini düşünüyorum. Rapor AB-Türkiye ilişkileri açısından önümüzdeki dönemi algılayabilmek için güzel bir başlangıç noktası oluşturuyor. Çünkü kısa ve berrak, bence bu çok güzel bir şey.
Ama raporun dostça bakış açısı da önümüzdeki döneme baktığımızda işin zor olduğunu gösteriyor. Yapacağımız işleri sıralarsak uzun bir liste çıkıyor. Bunun anlamı ise ele alacağımız değişken sayısının çok olması demek. Bağlayacağım nokta ile ilgili olduğu için değişken sözünü kullandım. Bu değişkenleri saptayıp, AB üyeliği ile çelişmeyecek düzeye getirmemiz gerekiyor. Bu iş hiç de basit değil. Çünkü bir karar alıyorsunuz, o öbür değişkenle ilgili alacağınız kararı ya da onu istenilen yönde değiştirmenin maliyetini etkiliyor. Bir örnek vereyim, sanayide verimlilik artışı için kaynak harcayalım dediğimizi düşünelim. Ama verimlilik artışının etkilerinden birisi istihdam üzerinde olacaktır ve olumsuzdur. O zaman işsizlik sorunu ile ilgili olayı iyi düşünmemiz gerekiyor. Bu değişkenler arasında karşılıklı etkileşimler var. O zaman hangi kararı ne zaman almalıyız, ötekinden önce mi sonra mı almalıyız ki toplumun gönenci üzerindeki etkisi en olumlu ya da en az zarar verici olsun biçiminde bir soruya yanıt bulmamız gerekecek. Bu zor bir soru. Üstelik Türkiye’nin önem verdiğini düşündüğüm bir soru daha var. Bütün bu kararları mümkün olan en kısa zamanda gerçekleştirmek istiyoruz. Yani bugünden yarına olmayacağını biliyoruz ama 70 senede yapalım da demiyoruz.
Bu matematikteki, çok sayıda değişken için en iyi zaman denetim (time optimal control) sorununa benziyor. Üstelik de çok sayıda değişken için. Bu sorunu çözmeyi bırakın, formüle etmek bile çok zordur. Tabii iktisat dünyasına döndüğümüz zaman bir de öyle olayı x, y, biçiminde soyut kavramlar içinde dondurmuyoruz. İçine insanları, onların fikirlerini, değişen koşulları vs. koyuyoruz. Bu işi daha da zorlaştırıyor.
Özetle, “Hangi önlemi alırsak, diğer bütün yapılması gereken değişiklikler göz önüne alındığında toplum için daha iyi olur?” sorusuna Türkiye’nin yanıt bulması gerekiyor. Avrupalıların değil. Bu, Türkiye’de iktisat politikası yapımcılarının –ben burada geniş olarak söylüyorum, sadece hükümet değil, sivil toplum kuruluşları, vs. içerecek biçimde- iyi düşünmesi gerekiyor.
Bu beni altını çizmek istediğim bir başka noktaya getiriyor. “Müzakerelerin başlaması” deyimi yanlış olmasa bile yanıltıcıdır. Avrupa ile müzakere edilecek bir şey yok. Avrupa’nın bir standardı var, “şuraya gelin” diyor, biz oraya gitmenin en iyi yolunu bulacağız, konu bu. AB temsilcileri ile neyi müzakere edeceğiz? Yani şu yoldan gidersek, AB kuralları ile uygun mu, değil mi, Avrupa açısından bir sorun doğuruyor mu? Konuşulan odur, yoksa yapılacak olan şey en iyi yolu bulma sürecidir. Bütün düşünce yükü bence Türkiye’ye düşer. Bu sorunu özetlemek bile zor, çözmek daha zor. Çok iyi teknik kadroların yetiştirilmesi ve teknik bilgiyle donatılması lazım. Teknik bilgiden kastettiğim, illaki çok sofistike şeyler değil; Toplumda kimin neye ihtiyacı var, ne yapılırsa toplumda çok büyük huzursuzluk doğurur, ne yapılırsa hoş görü ile karşılanabilir? Hangisinin önce yapılması daha sonraki reform sürecini hızlandırır? Bütün bunların düşünülmesi lazım. Tarihte bunu ilk defa biz yapacak değiliz tabii, başka ülkeler de yaptı. Ayrıca bunun hatasız yapılması diye de bir şey söz konusu olamaz.
ÖM: Reformlara yaklaşım, makro bir bakışın hakim olması lazım. Tabii bu konuda da aile yapısının güçlendirilmesi için ceza kanununda değişiklikler, zina, vs. çok hedefin dışında kalan şeyler gibi geliyor insana, özellikle bu açıdan bakınca.
HE: “Çok derin problemler var, çözemiyoruz. İlgilenebilecek bir başka konu bulup onunla vakit geçirelim” demeye benziyor.
ÖM: Böyle bir tehlike var doğrusu ama genel olarak söylediklerini kafamdan geçirdiğimde bu raporun gerçekten başlangıç noktası ya da sıçrama tahtası olduğunu, ne dersek diyelim o açıdan önemli bir mesafe kat etmemize yarayacağını düşünebiliriz.
HE: Tabii, iki yönüyle de, bir kere “Türkiye acayip bir mahluktur, bunu istemiyoruz” diyenlere karşı “Değildir”, diyor ve “Sorunları var ama başkalarının da vardı” diye ekliyor. İkinci olarak da, akil adamlardan beklenen şekilde “Şu sorunlar da var, bunlar çözülmeyecek şeyler değil, ciddi olalım” diyor. Bence de çok iyi bir nokta ve böyle bir çalışmanın yapılması iyi oldu.
ÖM: Seni de tekrar matematiğe sevk etmesi açısından da ilginç. İyi bir değerlendirme oldu, çok teşekkür ederiz.
(9 Eylül 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)